Galatasaray için “kolay maç” kavramı yiteli uzun zaman oldu. Kaç sezondur her maç zor, hele deplasmanda oynanacak bir maçı konuşuyorsak o karşılaşma “çok zor maç” statüsüne sorgusuz sualsiz oturuyor. Bu gerçeği kenara not edelim ve ardından İstanbul martılarının simit umudu vapurlardaki satıcı edasıyla soralım; “bitti mi, bitmedi!”.
Deplasman gerçeğinin üzerine birkaç gün önceki Gaziantep maçında alınan 4 gollü mağlubiyetin psikolojik sızıntısını ekleyelim. Engin Baytar’ın, kaptan Sabri Sarıoğlu ve ruhunun, Servet Çetin ile Gökhan Zan’ın Londra güneşi kıvamındaki performanslarının olmayışını da ekleyince, Kayseri’deki maçının anlamı “mutlak galibiyet”ten, “puan ya da puanlar almaya geldiğe” kaydı. Çok değil birkaç gün önce Abdullah Yılmaz ile Serdar Diyadin’in hakem kisvesi altında yaptıkları da futbolcuların zihinlerindeki adalet kavramını sarsmıştı, bunu da atlamayalım. Adalelerdeki gereksiz gerginlik bundandır. Anlayacağınız, gündüz maçı dediniz mi arazi aracı üzerindeki spota baka kalan tavşan kıvamına bürünen Galatasaray için belirsizlikler en üst perdeden akıyordu.
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim o halde; Galatasaray, Kayserispor’a pozisyon dahi vermeden maçı 2-0 kazanmayı bildi. Kazandı ama Yekta Kurtuluş’u verdi kurban olarak. “Tribünden gelen futbolcu” sıfatı ile Galatasaraylıların pozitif ayrımcılık yaptığı oyuncu belki de sezonu kapattı. Yan bağlar kopuk, ertesi sabah apar topar ameliyat masası… 4-5 aylık bir ayrılığın ilk günündeyiz.
Yekta’yı kaybeden Galatasaray belki de bir başka genci, Semih Kaya’yı kazandı. İç Anadolu bozkırlarında daha önce parlayan gençlerken Aydın Yılmaz’ın yarattığı düş kırıklığını aklımızdan çıkarmadan Semih Kaya için sevinebiliriz. Fizikli olduğu kadar akıllı, kontrollü olduğu kadar ayağına hakim bir defans oyuncusu için artık bir alternatifi var Galatasaray’ın. Gökhan Zan’ın “çıtkırılma”larına ya da Servet Çetin’in protein eksikliğine denk gelen hareketlerine daha rahat katlanabiliriz.
Kayseri’de maçın yıldızı olamadıysa da beklentinin üzerine çıkan ismi olma payesini hak eden Ayhan Akman’a da satır ayırmak lazım. Kelliğin pençesindeki uzun saçlı, Barış Özbek – Mustafa Sarp triosunun en hakkı yeneniydi, yanında Melo ile Selçuk’u bulunca başka işler yapmayı bildi. Alkış.
Geldiğinden beri Arsenal’in “tay gibi çocuklar” imajını sorgulatan Eboue sağ bekte daha bir derli, daha bir topluymuş meğer. Hücuma yeterince destek verdi dersek yukarından inen şimşeklerin kurbanı olabiliriz ama daha bir iyiydi sanki. İkinci yarı Aydın Yılmaz’la aynı kanadı paylaştı dememiz “eski Topçu”nun sabır sınırlarının genişliği konusunda bir fikir verebilir. Bir başka sabır bekleyen isim de Riera… Teknik ama sonuca doğrudan etkisi henüz yok, mücadele ediyor ama zor kazanıyor. Fatih Terim’in alternatifsizlikten, sakatlıklardan ve özverisinden dolayı başka bir oyuncuya gözucuyla bile bakma şansı yok şimdilik.
Maçın alkışı en fazla hak edeni kuşkusuz Elmander. Gerets’in söylediği gibi; İskandinav ülkelerinden bir oyuncu ise gözün kapalı al getir. Elmander meğer yedekliği sorun etmediği gibi 40 derece ateşi de sorun etmezmiş. Bir gol atıp, diğerinde de mücadelesi ile ekmek çıkarması bir yana, rakip yarı sahadaki boğuşmaları ile “İsveç’in Boğası” lakabını hak etti.
Bu sezon belki de Galatasaray’ın en belirgin özelliği “şu ana kadar” Terim’de gözlemlediğimiz karakter değişimiyle aynı; baskılı ve hırslı ama alabildiğine kontrollü bir tarz. Güzel bir gelişme ama kontrolden dolayı mı yoksa hücumda yaratıcı zekâ eksikliğinden mi bilinmez, Galatasaray pozisyon bulamıyor. Kayseri’deki gibi yan toptan gol bulunca kolay, ama bulunamayan birçok maç sıkıntı, stres ve sıkışıklığa gebe. Eldeki kadro ile kısa vadede çözüm de gözükmüyor. Belki oyunu rakip yarıya yıkmak, Selçuk ve Melo’nun uzun menzilli gönderileri ya da Baroş’un ikinci yarı oyuna girerek 2011 model Arif Erdemliği işe yarayabilir. Yoksa skor üretme gazıyla zor…