Sıkı bir futbolseverseniz, hatta fanatik derecesinde bir taraftarsanız futbol en sıradan gününüzü bile anlamlı kılabilir, bayram haline getirebilir. Veya bayramı bile yaşatmaz, hüzün denizlerinde bir başınıza bırakır sizi.
Geçen hafta Kayseri’de gündüz maçı ve deplasman fobisinin üzerine yürüyen Galatasaray, Sivasspor’un ‘şaşırtıcı’ biçimde Fenerbahçe’yi yenmesi ile evindeki Mersin İdman Yurdu maçına bayramı arefeden kutlamaya başlamak için çıkmıştı. Öyle ki biz de uzun zaman sonra bu kez Nevizade yerine Ali Sami Yen Sokak nostaljisi yaparak maç öncesi Mecidiyeköy’de “maç öncesi kampa” girdik.
Oysa bu güzel düşünce henüz ilk yarı dolmadan yerini kâbusa bıraktı, “neler oluyor bize?” dizeleri bireysel mırıldanmalara konuk oldu. Devre biterken Mersin’in kazandığı penaltıyı Muslera kurtarmasa, Galatasaray sezonun ilk ciddi taraftar tepkisini soyunma odasına girerken alacaktı.
Muslera’nın kurtardığı penaltı takımı olası bir tepkiden korumasına rağmen, Riera’yı savunamaya yetmedi. İspanyol oyuncunun pas hataları önce uğultuya, devreye doğru da yuhalamaya döndü. Ali Sami Yen’in çoğu tribüncülerden oluşan, kendine has kültürü olan kitlesinin Arena’da ‘çoğu seyirci’ kitleye dönüşmesi ile bu ve benzeri erken patlamalı, sabırsız, salt başarı odaklı tepkileri daha da fazla izleyeceğiz. Hazırlıklı olmakta yarar var. Sami Yen seyircisi artık başka bir şey… Daha vasat, daha ortalama.
İlk yarıda aksayan Riera ve Sabri’nin yerlerine giren Sercan ve Ayhan takıma dinamizm kazandırdı. Elbette takımın, özellikle sağ kanattan Eboue ile, iştahlı saldırışları, Terim’in devre arası fırçası, Mersin’in biraz daha geriye çekilmesi ikinci yarıdaki etkili görüntünün ana nedenleri olarak sayılabilir. Bu devrede Elmander’in iki net pozisyonu harcaması, Melo’nun geldiğinden beri en durgun futbolunu oynaması Galatasaray’ı galibiyet yolunda tıkarken, Mersin’in son dakikalarda bomboş kaleye atamadığı gol de “yenemiyorsan yenilme” şiarını akıllara getirdi.
Kaybedilen puanlara rağmen ikinci devre iyi olduğunu söyleyebiliriz takımın. Skibbe’nin tek pas futbolu olarak parlatılan anlayışı, Rijkaard’ın ülkemize hiç uygun olmayan ve oyuncu odaklılıktan kurtulamayan total futbolu sonrasında; en bizden, hataları da sevapları da alışkanlıklarımıza denk gelen bir takım gördük. Çaresizlik içinde herkesin birbirine ya da Arda Turan’a bakmadığı, hep beraber bir şeylerin mücadelesini verdiği, hatayı da beraber yapan bir takım olma yolunda Terim’in takımı.
Muslera’nın kurtardığı penaltı sonrası Melo’nun Uruguaylı’ya tavrı, yine yeni kaleci ile Ujfalusi’nin Semih Kaya’ya maç sonra tutumları bunun önemli göstergeleri. Semih demişken ikinci maçından da alnın akıyla çıktı gerçek “genç” Semih! Henüz 20 yaşında olan oyuncunun futbol olgunluğu karakterinde de varsa, ki tribünden şimdilik öyle gözüküyor, kaptanlık tartışmaları yakın gelecekte son bulabilir. Şimdilik Gökhan Zan mı Servet Çetin mi sorusunun cevabının Semih Kaya olması bile yeterli…
Herşeye rağmen kazanmalıydı Galatasaray. Her ne kadar takım yeniden inşa ediliyor olsa da, stadyum, takım, anlayış yeni olsa da böyle 3 puanlar kaçırılmamalı. Herşeye rağmen inançla, hep beraber söylemek lazım: “Sen şampiyon olacaksın!”.
Son söz hakeme; kötü oldukları zaman nasıl haklı bir serzenişte bulunuyorsak iyiyken de bu satırlara konuk etmeliyiz. Fırat Aydınus herhalde hatasız bir maç yönetti. Stresi bol maçta öne çıkmadı, kontrolü hiç kaybetmedi; ellerine sağlık!